Bengü Bahar Yazıları


Bu resim bize ne hissettiriyor?

25.12.2018

Bengü Bahar Özlükcan *

“...duygular dengesi bozulmuş, zihin ve gövdenin elektrik yükü iyiden iyiye artmış, izan çevresi dağılmış şiddet tırmanmaya koyulmuştur. Aşk kişiye varoluşunun uçlarını anımsatır ve ölüm güdüsünü devreye sokar. Orada o anda gövdenin kimyasal dengesi hepten değişir ve zihin sürçmeye başlar.” Enis Batur’un aşk üzerine yazdığı bir yazıdan yapılan bu alıntı da bahsetmesi bir o kadar sıradan ve tanımlanabilmesi bir o kadar yetersiz bir duygudan ‘AŞK’tan, bireylerde oluşturduğu istenilesi deformasyondan bahsediliyor. Kavuşamadığında içinde hapsolan ve zamanla törpülenip ehlileştirilen, kavuştuğunda biten, ya da yine yeni yinelenen aklın süründüğü, gözün görmediği ‘an’a tekrar gelinebilen bir duygu aşk ama hep öncesi ve sonrası var.

Amedeo Modigliani’nin o ‘an’, o süreç ya da o duygu kısacık hayatının tamamına hâkim olmuş. Başlayıp biten düpedüz sıradan bir aşk hikâyesi değil onun tutkusu. Toplumbilimci Jean Duvignaud, “Kişisel hayatta olsun, toplumsal hayatta olsun, TUTKU bir kopuştur diyor: kültürel, dinsel, siyasal ve toplumsal kodlara diklenen bir kırılma, genel yapıların uyumunu bozan bir korku kaynağıdır tutku” Descartes, Spinoza gibi klasik filozoflara göre de aşk bir tutkudur ve kişi onu aklını kullanarak dizginleyip duru ve temiz bir duygu haline getirmelidir. Modigliani’nin tutkusu ne kadar dizginlenmiştir bilemeyiz ancak, duru ve temiz bir duygu olarak tuvale yansıdığı bir gerçektir ve toplumdan koptuğu, dinsel siyasal ve toplumsal kodlara diklendiği de bir gerçektir.

Aşk olgusu, mitolojiyi saymazsak, Avrupa sanatında sanatçının kendini birey hissetmeye başladığı andan itibaren varoluşçu bir tavrı da destekleyerek varlığını tuvallerde göstermiştir. Ancak bu ortaya çıkış 20. yy’a değin (konu) temadan öteye geçememiştir. 20. yy’ la birlikte duyguların sıra dışı aktarımı, bireysel arzuları ön plana çıkarabilme, biçim arayışında özgürleşerek konuya çeşitli açılardan bakabilme olanağını getirmiştir. Bu gelişmeyle aşk olgusunun yansıtılması da böyle bir tavır içinde ifade bulmuştur. Sanatçılar hem hayat hem de aşk karşısında yaşadıkları mutlulukları, acıları, sevinçleri, özgün ifadeleri ile dışa vurabilmişlerdir. Gustav Klimt (1890,–1918) Frida Kahlo (1907-1954) Marc Chagall (1887–1985 ) sanatçılar bu isimlerden sadece birkaçıdır. Amedeo Modigliani de bu özgünlük sırasında üst sıralarda yer alırken, aşk kavramına “konu” olarak hemen hemen hiçbir resminde rastlayamayız, çift resimleri bile bir elin beş parmağını geçmez. Ancak onun portrelerinde hissedilen başka bir duygu değildir. ‘Aşk’ın konu olmadığı aşk resimleri “bu resim ne anlatıyor?” sorusunun yerini “bu resim ne hissettiriyor?” haklı sorusunu gündeme getirirken, hissedilenin de algılayanda bittiği bir cevap doğru yanıt oluyor.

“Amedeo Modigliani, 12 Temmuz 1884 yılında Toskana’da İtalyan standartlarında yeni şehirleşen Livorno’da, Flaminio Modigliani ve Eugénie Garsin’in dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Aile Yahudi kökenliydi. Dört çocuğa ilave yanlarında Eugénie’nin iki kız kardeşi, zaman zaman yanlarında yaşayan büyükbaba ve büyükannesi ile oldukça geniş bir ailenin en küçük çocuğu Amedeo’nun şımartılması kaçınılmazdı. Baba Flaminio yaşadığı mesleki başarısızlıkları önemsemezken, evin geçimini sağlayan daha çok anne Eugénie idi. Bu, (güçlü anne ayrıntısı) Modigliani’nin yetişkinliğinde belki de anne ilgisini ya da anlayışını tekrar bulma umuduyla doyumsuz kadın arkadaş arayışına neden olacak, seçtiği sanat dolu yaşamında bencilce bir desteği hep bekleyecekti. Zira oğlunun sanata olan ilgisini fark eden anne bu ilgiyi desteklemiştir, onunla ilgili yazdığı günlüğe “Bu çocuğun karakteri hala o kadar şekilsiz ki ne düşüneceğimi bilemiyorum. Bazen şımarık bir çocuk gibi davranıyor ancak zekâ konusunda hiçbir eksikliğinin olmadığının farkındayım. Beklemeli ve bu kozanın içinden nasıl bir kelebek çıkacağını görmeliyiz. Kim bilir bekli de bir sanatçı çıkar?”

Amedeo, 1897’de akciğer hastalığına, ardından da 1898’de tifoya yakalanmıştır. Annesi bu yıllarda yine günlüğüne Amedeo’nun kendini “bir ressam olarak gördüğünü” ve resim derslerine başlamak üzere olduğunu yazmıştır. 1900’de yinelenen plörezi krizinden yine annesinin sevgi ve ilgisi ile kurtuldu. İyileşmesinden sonra anne Eugénie oğluna verdiği sözü tutarak birlikte Güney İtalya turuna çıktılar; Napoli, Capri, Roma, Amalfi ve sonra Floransa, Venedik… Amedeo bu gezinin ardından 1902’de Floransa, 1903’de Venedik akademilerinde sanat eğitimi aldı. Floransa’daki okula devam etmesi beklenirken, Carrara yakınlarındaki mermer işleme kenti Pietrasanta’da heykel üretmeye başladı. Bu dönemde henüz ressamlık mesleğine alışamayan ailesinin aklını biraz daha karıştırarak, heykeltıraş olmaya karar verdiğini açıkladı. Ancak geçirdiği rahatsızlıklar heykelin tozu ile haşır neşir olmasına izin vermemiş olmalı ki heykel eserlerin sayısı resim sayısından çok daha azdır. Yine de bu dönemde ilgilendiği primitif heykeller resim anlayışında da belirgin etkiler bırakmıştır.

(Resim 1)

Modigliani 1906’nın Ocak ayında Paris’e geldi. İlk dört hafta kadar rahat bir otelde yaşadı, kısa bir süre sonra Montparnasse ve Montmartre’daki sanatçı dairelerinin cazibesine kapılarak burada güzel bir stüdyo daire tuttu. Bu arada annesine düzenli yazıyor, Academie Colarossi’de nü çalışmaları yapıyor ve şarabı dozunda tüketiyordu. Onu az çok tanıyanlar sanatçının biraz çekingen, hatta asosyalliğin sınırında olduğunu düşünüyorlardı. Belki de gösterdiği çekingenlik onun yabancı Yahudi kimliğinin de bir sonucuydu, zira Paris yabancı ressamlara pek kucak açmıyordu. Bu tavır onu, özellikleri yabancılaşma, yoksulluk, zayıflık ve zekâ olan bir grubun içine tutuyordu. “LesPaintres Maudits” diye anılan grup şansız bir kaderciliğin ortak paylaşımcılarıydılar. Bu dışlanma ve yalnızlık başlarda saygınlığını koruyan Modigliani için alkol ve esrar bağımlısı sürecini hızlandırmıştı. Kadınlar ile sokaklarda ateşli tartışmalar yaşıyor, çok içiyor, çılgınlık sınırlarını
çoğu kez aşıyordu.

Paris’teki kültürel ortam, edebiyat ve sanatsal hareketten etkileniyor, ‘bireysellik’ ve ‘normlara karşı olmak’ ısrarla vurgulanıyordu. Bir sanatçı olarak kişinin, eserinin inşa anında özgürce söz sahibi olması gerektiğine inanılıyordu. Bu ortamda sanatçı da kendi duyguları ve özel yaşamları konusunda daha açık yürekli davranabiliyor ve iç dünyasını yansıtma edimi doğal karşılanıyordu. Amedeo Modigliani önce Henri de Toulouse–Lautrec’ten ardından 1907’de Paul Cezanne’dan etkilendi ancak sonunda 1914-15 arası kübist etkilerde eserler üretti. Bir süre sonra başka hiçbir sanatçıyla kategorize edilmeyecek kadar iç dünyasını tuvale yansıtarak özgün olan kendi stilini yaratarak bireysellik ve özgünlük ipini göğüsledi. 3 Aralık 1917’de ilk kişisel sergisini Berthe Weill Galeri’de açtı. Ancak Paris polisi sanatçının nü’lerinden rahatsız olmuş serginin açılışından birkaç saat sonra sergiyi kapatmaya zorlamışlardı.

(Resim 2-3)

1918-1919 yılları arasında kısa bir dönemi Nice’de geçirdi. Burada ileride en popüler olacak olan tablolarını ve nü’lerini yaptı. Sattığı tek tük resimlerin paralarıyla alkol ve uyuşturucu almaya devam etti. Tekrar Paris’e döndüğünde sağlığı gittikçe kötüleşmişti, bilinç kayıpları yaşıyordu. Tüm tedavi ısrarlarını reddediyor, sanki ölmek istiyordu. Ocak 1920’de komaya girdi. İki gün sonra Paris’e, sanat çevresine, resimlerine, sevdiği kadına ebediyen veda etti. Cenazesine birçok sanatçı katıldı. Bu sonu akıllara kazıyan, henüz 36 yaşında gerçekleşen genç ölümünün yanı sıra, ölümünden iki gün sonra filmlere konu olan sevgilisi, eşi, kızının annesi genç Jeanne Hebuterne’nın henüz 7 aylık hamile iken kendini pencereden atarak intihar etmesidir. Bugün çiftin mezarı Paris’te yan yanadır.

(Resim 4)

Jeanne Hebuterne, Modigliani ile en çok anılan kadın ismidir. Sanatçının son dönemlerinde yanında olması,
ölümünün ardından biricik aşkının yokluğuna katlanamaması bu anılmanın haklı sonucudur. Fakat birçok kaynağa göre Modigliani’nin yaşamında pek çok ilişkisi olmuştu. Onun kadınlara olan aşkı, ebediyen kavramının yerine yine yenilenen türündeydi. Ebedi olan sanatına, tarzına olan aşkıydı. Bu aşk tuvallerine lirik bir ifadeyle yansıyordu. Ancak hayatına giren bu kadınların isimlerinden bahsetmeliyiz, zira onlar aynı zamanda onun ilham kaynakları ve modelleriydi.

Modigliani, Rus şair Anna Akhmotova’nın eşiyle birlikte balayına Paris’e geldiği 1910 yılında tanıştı. Akhmotova o dönemden şöyle bahseder. “onu çok ender gördüm. Fakat o tüm kış boyunca bana yazdı; mektuplarından birinde bir şiirinde “You are obsessively part of me” çılgınca bir parçası olduğumdan bahsediyordu. Biz birbirimizi anlıyoruz.” Akhmotova 1911’de Paris’e yalnız döndü ve Modigliani ile yakınlaşmaları başladı. Bu yakınlaşma Akhmotova’nın tutku dolu şiirlerine ilham olurken, Anna, uzun boyu, koyu renk saçları, solgun teni, gri-yeşil gözleri ile Modigliani’nin estetik idealinin ete kemiğe bürünmüş haliydi. Sıra dışı soylu güzelliği, heykelimsi biçimi, ona mistik bir doğallık katıyor. Modigliani’nin çizimlerinde, bir Mısır kraliçesi’nin reenkarnasyonu olarak desene dönüşüyordu. O dönem heykele daha yakın olan Modigliani, Anna’dan aldığı ilhamla kâğıt üzerine desenler çiziyor, bu desenleri Mısır rölyeflerinin etkisiyle birleştirerek büstler, heykeller yapıyordu. Bir yıl boyunca tutkulu ve gizli bir aşk yaşayan çiftin ilişkisi Anna’nın kocasına dönme kararı ile sona ermişti.

(Resim 5-6 )

Modigliani, Beatrice Hastings’le savaştan hemen önce, 1914 yılında tanıştı. Beatrice İngiliz bir şair ve gazeteciydi. Çift, 1914-1915 ve 1916 yılları arasında“ Paris’te Montparnasse’de beraber oturdular. Modigliani’nin Beatrice Hastings olduğu düşünülen 14 tablosu var. Bu resimler Modigliani’nin en bilinen üslubuna geçiş aşamaları olarak düşünebilir. Beatrice’in soğuk portreleri, 1916’ya değin süren bu ilişkide kadının koruyucu ve yönlendirici bir tavır sergilediği izlenimini uyandırıyor. 1915 ve 1916’da dünya işlerinde ona akıl hocalığı yapan Beatrice Hastings ve Paul Guillaume ile birlikte Modigliani neredeyse başarıyı yakalamıştı. Ancak bu yıllar depresyonun arttığı ve cinnet geçirme yılları olduğu için başarı devam edemedi.

(Resim 7-8)

Söylentilere göre Beatrice’den ayrıldıktan sonra pek çok ilişkisi oldu. Genç doktor Simone Thiroux ile olan ilişkisinden bir erkek çocuğu oldu. Çocuğunun varlığını, Simone’nun Kanada’ya gittikten sonra yazdığı mektupla öğrenmişti. Ancak bu ilişki çok kısa sürmüştü.

Modigliani birkaç ay içinde Jeanne ile tanışmıştı. Simone ile ilişkisinden kısa bir süre sonra Rus heykeltıraş Chanca Orloff onu 19 yaşındaki genç sanat öğrencisi Jeanne Hebuterne ile tanıştırmıştı. Jeanne’nin ailesi kızlarının Yahudi birisiyle olan bu ilişkisini onaylamıyordu. Sanatçının ölümüne dek süren bu ilişki onu evliliğe en çok yaklaştıran tek ilişkisi olmuştu. 1918’ de Modigliani’nin sağlığı yeniden kötüleşince o dönemki galericileri Zborowski bir şekilde onu Nice’ a taşınmaları konusunda ikna etti. Hebuterne burada hamile kaldı ve kasım ayında bir kız bebekleri oldu.

1919 yılının mayıs ayında Modigliani kendini daha iyi hissedince tek başına Paris’ e döndü. Bu dönemde Zborowskilerin aile dostu Lunia Czechowska’yla hayatında içmeden birkaç haftalık, sakin bir dönemi oldu. Czechowska anılarında onu geçici olarak ıslah ettiğini yazmıştı. Jeanne’ in çocukla birlikte geri dönüşü onun kötü ruh halini de geri getirdi.

(Resim 9-10)

Amedo Modigliani annesi tarafından korunmuş, şefkat gösterilmiş, anlaşılmış. Böyle bir süreçten sonra, onun bir kadından beklentisi anlaşılmak ve destek beklemek olması kaçınılmazdı. J. Hebuterne’nın bir bebeğinin olması ve ailesi tarafından ilişkisi nedeni ile dışlanan genç bir kadın sorumluluğu belli ki ona ağır gelmişti. Bu nedenle Jeanne’nin portrelerinde zaman zaman bu daralmışlığı hissederiz. Onun portreleri Modigliani’nin işlerinin en asil olanları ve insanlık bakımından en rahatsız edici olanları. Bazen onu öteki modelleri gibi eşit, bazen de uzak resmediyor. “Profilden Jeanne Hebuterne” de olduğu gibi ona çok yakın olan ve ona karşı sabırsız hatta kızgın olanlara karşı inceleme tekniğini uyguladığı hissedilir. Jeanne’nin tablosu, Modigliani’nin en ürkütücü ve orijinal olan işlerinden biri. (Resim 11-12)

Amedeo Modigliani’nin iş ya da duygusal hayatında önemli hissettiği bu kadınların portrelerinde içten içe izleyiciye yansıyan bir tedirginlik, karamsarlık ya da öfke gibi duygular seziliyor. Evin geçimini bile üzerine alan güçlü Eugénie’nin, Modigliani’nin bu kadınlarda aranması sonucu yaşanan hayal kırıklıkları resimlerine böyle yansımış olabilir, O tek taraflı varlığına karşılık çevresindekilerden doğru davranış talep etmişti, uysal bir kadın, hoşgörülü birarkadaş gibi…

*Dr. Ressam

Kaynakça;
- Enis Batur, Aşk Üzerine Marazi Bir Deneme Daha, Cogito, Aşk, Yapı Kredi Yayınları, Sayı 4 Bahar, İstanbul,
1995, s.5-8.
- Nil Yüzbaşıoğlu, Modigliani, Boyut Yayınları, İstanbul, 2007.
- Sibel Almelek İşman, 20 yy Batı Resim Sanatında Aşk Olgusu, Yüksek Lisans Tezi, 2007.
- Ani Toros, Modigliani’nin Portreleri, Adam Sanat, Sayı 66, Mayıs 1991.
- http://www.modigliani_drawings.com/